“ULUSA(L) EGEMENLİK!
Ulusal bayram ilan bir gününün daha
anlamının, 101. Yılı’nda idraki içindeyiz.
23 Nisan "Ulusal Egemenlik Bayramı"nda;
aynı zamanda "Egemenlik Haftası"ndayız.
Ancak öyle bir yerindeyiz ki zamanın;
ne içinde ne de dışında!
“Gerçek ne, doğru nerde?” bir karmaşa
yaratılmakta nicedir.
Yüz yıl önce kazanıldı ulusal egemenlik;
yüz yıl sonra, nereden nereye geldik!
Özellikle son yıllarda “ulusal bayramlar”ın
önce içi boşaltıldı; sonra basit bir şekilden
ibaret bırakıldı.
Bir yandan da dayandığı tarihi temelleri,
itibarsızlaştırılmaya çalışıldı.
Önce anlamından uzaklaştırılıp yozlaştırıldı;
sonra da gözden düşürülerek, bahanelerle
“yasaklamaya kadar” vardırıldı.
Bunlar, dört koldan ve taammüden, herkesin
ve hepimizin gözleri önünde, açıktan yapıldı.
Gaflet aşıldı, dalalet ve hatta hıyanete varıldı.
Kuruluşundan tam yüz yıl sonra, Atatürk
Cumhuriyeti’nin bugün getirildiği nokta,
çektiği sancılar, kıvranmalar, sıkıntılar,
işte bu gaflet, dalalet ve hatta hıyanet
süreçlerinin kaçınılmaz sonucudur.
Ta 1919’da kurtuluşla başlayıp, 1920’de
sultanın ve sarayın saltanatına karşı
“ulusal egemenlik” ve ardından da
halk idaresi olan “Cumhuriyet”
yüzüncü yılında, adeta pusuda bekleyen
kimi “hayırsız evlatlarınca” çok yönlü
rövanş hamleleriyle karşı karşıyadır.
Öyle ki, bugün artık neresinden ve nasıl
bakılırsa da bakılsın, “ulusal egemenliğin
mabedi” olarak kurulan ve kuruluşu da
ulusal bayram olan TBMM, neredeyse
sembolik hale getirilmiştir.
Bütün bunlarla amaçlanan da aslında
“ulusal egemenlik” yerine, adeta
“ULUSA egemenlik”tir.
Ancak bu nafiledir, beyhudedir.
Gün gelecek, devran dönecek;
yine ulusun azim ve kararı ile
“ULUSA egemenlik” yenilecek
ve çöpe gidecektir.
“ULUSAL egemenlik” yeniden
gerçekleşecektir.
Şairin dediği gibi:
Derlenip dürülmesin bayraklar.
Safları sıklaştırın çocuklar.
Gelince 23 Nisan, sevinir insan.
En büyük bayram, elbette 23 Nisan.
“Egemenlik, kayıtsız şartsız ulusundur.”
Varlığıyla, anlamıyla, anısıyla kutlu olsun.
YAVUZ CEMİL YAVUZ