Namaz Vakitleri
Görüntülenen Şehir:   Loading
Puan Durumu Loading
Gazeteler
  • Akşam Gazetesi
  • Bir Gün Gazetesi
  • Bugün Gazetesi
  • Cumhuriyet Gazetesi
  • Dünya Gazetesi
  • Fanatik Gazetesi
  • Fotomaç Gazetesi
  • Güneş Gazetesi
  • Haber Türk Gazetesi
  • Hürriyet Gazetesi
  • Millî Gazete
  • Milliyet Gazetesi
  • Posta Gazetesi
  • Radikal Gazetesi
  • Sabah Gazetesi
  • Sözcü Gazetesi
  • Star Gazetesi
  • Takvim Gazetesi
  • Taraf Gazetesi
  • Türkiye Gazetesi
  • Vatan Gazetesi
  • Yeni Akit Gazetesi
  • Yeni Asta Gazetesi
  • Yeni Şafak Gazetesi
  • Zaman Gazetesi

“AYKIZ”

Bu haber 676 kere okunmuş. 27/01/2023

Ufak tefek, zayıfça bir kızdı. Üflesen uçacaktı sanki. Simsiyah saçları, kısacık boyuyla aynı uzunluktaydı neredeyse. Genellikle saçlarını arkadan toplar ya da örgü yapardı. Köyden ilk defa şehre gelmenin ve ailesinden ayrılmanın tedirginliğiyle, iri siyah gözleri hep ürkek, utangaç bakardı etrafa. Birisiyle sohbet ederken, küçücük elleriyle, kazağının kollarını çekiştirir, kafası önünde, olduğu yerde sallanırdı.

Aykız başvurduğu devlet yurduna yerleşmişti. Derslerine sıkı çalışıp, hiç kalmadan bir an önce okulunu bitirmek istiyordu fakat yurtta ders çalışma imkânı çok fazla yoktu. Öte yandan zaten kıt kanaat geçinen ailesine eve çıkmak istiyorum da diyemezdi ve tüm bunlar Aykız’da zaman zaman başarılı olamama kaygısı yaratıyordu.

 Bazı arkadaşlarının çeşitli kafelerde, lokantalarda, restoranlarda yarı zamanlı çalıştığını biliyordu ve kendisi de böyle bir işte çalışmak istiyordu. Birçok iş başvurusu yapmış fakat sonuç alamamıştı. Arkadaşlarından bir tanesi telefonla arayarak, hala iş arayıp aramadığını sormuş, Aykız’ın iş aradığını belirtmesi üzerine, kendisinin işten çıkacağını, patronla konuşup yerine Aykız’ı tavsiye edeceğini söylemişti…

Aykız artık arkadaşının çıktığı lokantada yarı zamanlı olarak çalışıyordu. Dersten çıktığı zaman doğruca çalıştığı lokantaya gider, hemen önlüğünü takar ve mutfak tezgâhında yığılmış bulaşıkların başına geçerdi. Müşterisi yoğun olan bir yer olduğu için neredeyse yurdun giriş saatine kadar bulaşık yıkardı. Bu yüzden elleri çatlamış ve kurumuştu. Küçük bir fırsat bulduğunda ise mutfakta bulunan masaya ders çalışmak için otururdu. 

Bir yıl sonra iki arkadaşı ile birlikte bir ev tuttu. Ev kirası ve tüm giderler ortak karşılanıyor, yemeği ve temizliği aralarında oluşturdukları nöbet çizelgesine göre yapıyorlardı. Eve çıktığı için mutluydu; hem daha rahat ders çalışabiliyordu hem de işten eve gelme saatlerini kendine göre ayarlayabiliyordu.

Acısıyla tatlısıyla koskoca altı yılı bitirmiş, sonunda tıp fakültesinden mezun olmuştu. O kadar çok alışmıştı ki buraya; okulunu, arkadaşlarını ve bu şehri nasıl bırakıp gideceğini düşünüyor, çok üzülüyordu. Yarı aç yarı tok bir sürü yaşanmışlıkları, bir sürü anıları vardı bu şehirde…

Okul bitmesine bitmişti ama çocukluğundan beri tek hayali, iyi bir Genel Cerrah olmaktı. Ancak bu hayaline de kavuşmak hiç kolay değildi. Yabancı Dil Bilgisi Tespit Sınavı ile Tıpta Uzmanlık Sınavını kazanması gerekiyordu.

Bu nedenle sınav tarihlerine kadar her zamankinden daha çok ders çalıştı,  gecesini gündüzüne kattı. Çok özlediği ailesinin yanına bile gidemedi.

Sınavlarını atlattıktan sonra, arkadaşlarıyla beraber eşyalarını topladı, valizini hazırladı. Diğer eşyalarını ise bir sene daha burada kalacak olan ev arkadaşlarına bıraktı.

Tren garına kadar kol kola yürüdüler. Tıpkı okul kampüsünde kol kola girip yüksek sesle marşlar, türküler söyleyerek yürüdükleri gibi. Ama hepsinin yüzünde hüzün vardı. Birbirlerine söz verdiler; ne mesafeler ne de zaman ayıramayacaktı onları…

 On iki saat süren tren yolculuğuyla Sivas’a geldi.  Kangal’a giden minibüsler tren garının önünden geçiyordu. Yaklaşmakta olan minibüse elini kaldırıp bindi ve Kangal’a doğru yola devam etti.

Minibüs otogara vardığında babasının onu beklediğini gördü. Sevinçle koşarak babasına sarıldı. Komşusundan aldığı arabayla kızını karşılamaya gelen Ahmet, eşyaları bagaja koydu ve baba kız yedi kilometre uzakta olan köylerine doğru yola çıkıp, yol boyunca sohbet ederek evlerine gittiler.

Annesi “Aykız’ım” diyerek koşup sarılmıştı, kardeşleri de sevinçle etrafını çevirmişti. İsminin Aycan olmasına rağmen annesi ona Aykız’ım diye seslenirdi. Köyde de herkes ona Aykız derdi. Kardeşleriyle sarmaş dolaş içeri giren Aykız’a, annesi sevdiği yemekleri yapmıştı ve hep beraber yerde kurulmuş olan sofraya oturmuşlardı. O akşam ailecek uzun uzun sohbet ettiler, hasret giderdiler, şakalaştılar, gülüştüler ve gecenin sessizliğinde huzurla uykuya daldılar…

Aykız gözlerini açtığında, burnuna tüm köyü saran mis gibi ekmek kokusu geldi. Annesi bahçede bulunan tandırda ekmek pişiriyordu. Koşarak annesinin yanına gelen Aykız, annesine sarılıp yanağına bir öpücük kondurmuştu.

Babası iyi bir duvar ustasıydı. İnşaat işleri olduğu zaman çalışır, olmadığı zamanlarda ise tarla tapan işleriyle ilgilenirdi. Sürekli bir işi yoktu. Ailesinden kalma arazisini ekip biçerek, inşaat işlerinde çalışarak geçimlerini sağlıyordu. Ahmet okuyamadığı için, çocuklarının okumasını, onların bir an önce meslek sahibi olmalarını çok istiyordu. Her zaman çocuklarına “siz yeter ki okuyun ben gerektiğinde neyim var neyim yok hepsini satar yine okuturum sizleri” diyordu. 

Bir sabah Aykız sevinçle pencereden, bahçede olan annesine;

“Anne anne ” diye seslendi ve bir şey söylemeden tekrar içeri girdi. Annesi telaşla Aykız’ın yanına koşarak geldi,

-“Noldu kızım, niye öyle bağırıyorsun”

-“Anne uzmanlık sınavını kazanmışım” diyerek sevinç gözyaşları içerisinde annesinin boynuna atıldı.

-“Ah benim Aykız’ım desene yine başlıyor gurbetlik” sevinçten annesi de ağlıyordu. O an her ikisi de Tanrı’ya şükretmişti.

Ahmet eve yorgun olarak gelmişti ama karısının yüzündeki mutluluğu görünce tüm yorgunluğu geçmiş, gülerek ve merakla sormuştu,

-“Hayırdır sende bir hal var?”

-“Aykız’ımız sınavı kazandı, bugün kâğıdı geldi” Ahmet sevinçten karısına hızla sarıldı.

-“Aykız nerede”

-“Halasına gitti. Müjdeyi ona da verecekti. “

O gece Aykız, ailesiyle bol bol konuşup sohbet etmişti. Tüm ailenin mutluluğu gözlerinden okunuyordu. Aykız’dan 2 yaş küçük olan kız kardeşi ablasından ayrı kalacağı için üzülse de, diğer aile fertleri gibi gurur duyuyordu ablasıyla.

Ailesine yük olmadan hayatını sürdürebileceği için çok mutluydu Aykız. Artık kardeşlerinin eksiklerini, ihtiyaçlarını, eğitim masraflarını karşılayabilecekti. ”İşte şimdi tam bir abla oldum” dedi gururlanarak.

Diyarbakır’ı, atandığı hastaneyi çok merak ediyordu. Hastaları düşündü bir an. Hayalleri gerçek olmuştu artık. Mesleğini en güzel bir biçimde yapacağına kendi kendine söz verdi. Bundan sonra daha çok çalışması, araştırması, kendini mesleğinde geliştirmesi gerekiyordu. Hastalarını sevgi ve şefkat ile tedavi edecek, yoksul kişileri koruyup kollayacaktı. Heyecandan içi içine sığmıyordu.  Ailesinden uzak bir şehirde yaşayacak olmasının burukluğunu hissetse de bir an önce Diyarbakır’a gitmek istiyordu. 

Aykız Diyarbakır’a geleli neredeyse iki yıl olmuştu. Hem çalıştığı hastaneye hem de bu şehre çok alışmış ve sevmişti. Boş zamanlarında arkadaşlarıyla Diyarbakır’ı gezer ve bu şehri tanımaya çalışırdı. İnsanlık tarihinin birçok ilklerine tanıklık eden bir yerdi burası. Dicle nehri ile özel bir ilişki kuran heybetli bir şehirdi. Bir sürü kaleleri, köprüleri, kervansarayları vardı. Kültürel çeşitliliği barındıran bir ildi.

Aykız çok yoğun bir şekilde çalışıyor, başarılı bir cerrah olmak için elinden gelen her şeyi yapıyordu. Hastaları onu çok seviyor, meleğimiz diye bahsediyorlardı. 

Bir gün aynı hastanede çalışan arkadaşı Deniz, arkadaşının doğum gününe Aykız ile beraber gitmek için çok ısrar etmişti, Aykız’da Deniz’in bu ısrarına dayanamayıp, onu kırmamak için doğum gününe katılmıştı.

Ailesinde doğum günleri, özel günler pek kutlanmazdı. Belki de hiç alışık olmadığından bu tür partileri hiç sevmezdi Aykız.

Parti çok kalabalıktı, salon güzelce süslenmişti. İkişerli, üçerli gruplar masaların etrafında içeceklerini yudumluyor, oldukları yerde müziğin eşliğinde dans ediyorlardı. Partide tek tanıdığı Deniz’di. O da ara ara Aykız’ı yalnız bırakıp diğer arkadaşlarının yanına giderek sohbet ediyordu. Aykız hiç bana göre değil burası diye düşündü. Oldukça sıkılmış ve bu yüzüne yansımıştı. Deniz, Aykız’a

-“Hadi ama rahat ol biraz, daha yeni geldik, birazdan gideriz söz. Ama böyle surat asarsan üzülürüm” dedikten sonra Serhat’ı gördü ve gülümseyerek Serhat’ın masasına doğru gitti, sarılıp kucaklaştı.

-Nerelerdeydin bunca zaman hayırsız?

-Bunu bana dediğine inanamıyorum Deniz. Asıl sen nerelerdeydin? İnsan hiç akrabasını arayıp sormaz mı?  Gülüştükleri esnada Serhat Aykız’ı gördü karşı masada,

-“Masandaki arkadaşın kim, beni tanıştırmayacak mısın?”

-“Aaa tabi ki tanıştıracağım hadi gel” diyerek Deniz, Serhat’ın kolundan tutup kendi masasına götürdü.

-“Bu meleğimiz Aycan ama biz  Aykız diyoruz”

-“Memnun oldum. Ben de Serhat, Deniz ile uzaktan akrabayız.”

-“Ben de memnun oldum diyerek tokalaştı Aykız.”

Serhat, gece boyunca Deniz ve Aykız’ın yanından hiç ayrılmamıştı. Deniz ile uzunca bir sohbete koyuldu ancak Aykız’dan da gözlerini alamamıştı. Aykız ise Serhat’tan epey rahatsız olmuş, onunla aynı ortamda olmak baya canını sıkmıştı.  

Sonunda parti bitti, dünya varmış diyerek dışarı attı kendini. Deniz ve Serhat’ta arkasından geldi.

-“Ee bayanlar şimdi ne yapmak istersiniz?”

-“Hemen eve gitmek istiyorum” diye cevap verdi Aykız. Fakat Deniz aynı fikirde değildi ama arkadaşı eve gitmek istediğinden,

-“Biz eve gidelim daha sonra görüşürüz.”

-“Tamam o zaman ama mutlaka en yakın zamanda görüşelim” diyerek önce Deniz ile vedalaştı Serhat, sonra da hayran bakışlarıyla Aykız ile tokalaşmış ve oradan ayrılmıştı.

Üçü birlikte birkaç defa görüşmüşlerdi görüşmesine ama Aykız, Serhat’ın ısrarcı ilgisinden ve bakışlarından rahatsız oluyordu. Serhat ise tam aksine Aykız’dan çok hoşlanmış, ona olan hayranlığı giderek artmıştı. Bu hayranlığını Deniz’e de bahsetmiş ancak Deniz bu konuyu Aykız’a söylemeye cesaret edememişti. Aykız’ın Serhat ile ilgili düşüncelerini biliyor ve ısrar ederse arkadaşlığının bozulmasından korkuyordu.

Kendi işimi kendim halledeceğim. Bu defa ona açılacağım, tüm duygularımı anlatacağım diyerek Aykız’ı ziyarete gitmişti Serhat.

Saçlarını jölelemiş, seyrek olan saçlarının arasından kafasının derisi parlıyordu. Simsiyah bir deri mont giyinmiş, içinde gökyüzü mavisi bir gömlek, montun altından sarkıyordu. Yırtık bir Jean pantolonun altında, ucu sivri burunlu kahverengi ayakkabısı vardı. Elindeki sarı renkli çiçekleri, bir poşet gibi aşağıya doğru sallamış, çiçekler canlılığını yitirmişti. Öğle vakti olmasından dolayı kantin çok kalabalıktı ama içeriye adım attığı andan itibaren Aykız’ı hemen fark etmişti ve ondan gözlerini alamamıştı. Pencere kenarındaki bir masada çay içen Aykız’a doğru hızlı adımlarla yöneldi.

Aykız, Serhat’ın karşısında dikilip, hayran bakışlarını üzerinde hissettiğinde, irkilmiş ve hastaneye kadar gelmesine çok şaşırmıştı. Kekeleyerek mecburen buyur etti masasına. Ne işi var bunun burada demişti içinden. Çok sinirlense de belli etmemeye çalıştı. Serhat ise tam bir laf ebesiydi.

-“Benim elimde solmuş bu çiçekler, senin güzel ellerinde tekrar hayat bulup, canlanacak ve sana çok yakışacak” diyerek Aykız’a çiçekleri uzatmıştı. Aykız etrafına bakıp, utana sıkıla çiçekleri mecburen almak zorunda kaldı ve içten içe ne olur aklıma gelen şeyleri söylemesin diye dua etmişti. İri gözleriyle Serhat’a merak ve şaşkınlık içerisinde bakıyor, bir an önce ne konuşacaksa konuşup gitmesini istiyordu.

Serhat, Aykız’a ta başından beri var olan hayranlığını, hislerini ve düşüncelerini uzun uzun anlattı. Aykız hiç sesini çıkarmadan dinledi ve

-Bitti mi?” diye sordu. Serhat Aykız’ın bu sözüne karşılık bozuldu ve yalancı bir gülümsemeyle Aykız’a konuşması için söz verdi.

Aykız, insanlara kolay kolay hayır diyebilen, onları kırıp döken bir insan değildi. Bir süre sustu, nasıl kırmadan izah edebilirim diye düşündü ve yalan söylemeye karar verdi. Hayatında birisi olduğunu söyleyecekti ona.

-“Öncelikle şunu belirtmeliyim ki; cesaretinden dolayı çok şaşkınım. Sana bu konuda taviz verdiğimi de hiç sanmıyorum. Çünkü kalbim bir başkası için atıyor. Memleketimde kendimi bildim bileli sevdiğim birisi var. Aslında doğduğumuzda bizi beşik kertmesi yapmışlar, tabi ben bu olayı tasvip etmesem de iyi ki de yapmışlar. Onu çok seviyorum, ondan başkasını hayatıma alamam, gözüm ondan başkasını görmez benim. Bana karşı hissettiklerin beni onure etti ancak duygularına karşılık veremem. Üzgünüm.”

Serhat’ın duydukları karşısında başından aşağıya kaynar sular dökülmüştü. Hiç reddedilmeye, hayır cevabı almaya alışık değildi. Sinirinden ellerini ovuşturmaya başlamıştı. Ancak sinirlendiğini Aykız’a belli etmek istemiyordu.

-“Bence hemen cevap verme, bir süre düşün.” Aykız çok net ve kendinden emindi.

-“Düşünecek bir şey yok Serhat. Eminim karşına benden daha iyi bir kız çıkacak ve birbirinizi çok seveceksin.” Serhat’ın kızgınlığı artık yüzüne yansıyordu. Gözleri kısılmıştı, bir süre hiçbir şey diyemedi sanki kaskatı kesilmişti. Kafasını tehditkâr bir şekilde salladı,

-“Peki… Öyle olsun” diyerek oturduğu yerden hızla kalkıp gitti.

Aykız, Serhat’ın arkasından bakarken, “saygısız, hadsiz… Neyse ki sonunda kurtuldum” diye mırıldanmıştı ancak Serhat’ın ona bir şey yapacağından da çok korkuyordu. Çünkü Serhat’ın genel tavır ve davranışları normal değildi ve ondan her şey beklenirdi. Bir daha asla karşılaşmak, görmek istemiyordu.

Deniz’e de Serhat ile ilgili korkularından bahsetmiş; Serhat’ın fazla ısrarcı olduğunu,  hastanedeki o konuşmadan sonra zaman zaman kendisini takip ettiğini ve bundan da son derece rahatsız olduğunu dile getirmişti ama Deniz pek oralı olmamış “Aşık olmuş sana çocuk, ne yapsın?” diyerek gülüp geçmişti.

Birkaç ay sonra, yorucu bir gece nöbetinin ardından hemen eve gidip, dinlenmek, uyumak istiyordu. Hastane binasının altında yer alan otoparka indi ve arabasına doğru yürümeye başladı. Arabasına yaklaştığında Serhat’ın orada olduğunu gördü. İçinde tarifi imkânsız duygular belirdi. Tüm vücudu korkuyla irkilmişti.

-“Ne işin var senin burada Serhat?”

-“Seni bekliyorum”

-“Neden peki?”

-“Canım öyle istedi. Konuşacağız. Bugün bu iş bitecek.”

İçki içtiği her halinden belliydi. Ayakta zor duruyor, kelimeleri ağzında yuvarlıyordu. Aykız korkudan titremeye başlamıştı. Ama bir şekilde Serhat’ı uzaklaştırmak için suyuna gitmesi gerektiğini düşündü. Sert tepki verdiği zaman Serhat’ın neler yapabileceğini düşünmek bile istemiyordu.

-“Şöyle yapalım, ben şimdi nöbetten çıktım. Eve gidip biraz dinleneyim. Sen de evine git, toparlan, dinlen. Sonra konuşuruz olur mu?”

-“Hayır. Şimdi konuşacağız.”

-“Peki… Tamam dinliyorum.”

Serhat pis pis, alaycı bir tavırla gülmeye başlamıştı.

-“Demek beni istemiyorsun ha? Demek bir sevdiceğin var öyle mi?”

Hızlıca belindeki silahını çıkarttı. Aykız’ın kolundan tutup, arabaya doğru çekti ve silahı Aykız’ın kafasına dayadı. Aykız’ın gözbebekleri korkudan büyümüş, ağlamaya başlamıştı.

-“Yapma nolur…”

-“Bin arabaya. Bin dedim sana.”

-“Dur Serhat lütfen, bak konuşalım. Yalvarıyorum…”

-“Ben seni çok sevdim. Sen benim sevgimi görmedin. Görmedinnn…”

-“Serhat nolur… Tekrar konuşalım…”

Aykız bir taraftan avazı çıktığı kadar yardım istiyor, diğer taraftan da hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Serhat ise Aykız’ı zorla arabaya bindirmiş, kendisinin de arabaya. bineceği sırada alkolün verdiği sarhoşlukla sendeleyip yere düşmüştü. Aykız arabanın kapısını hızla açarak kaçmaya başladı ancak Serhat yerden hızlıca kalkıp, elindeki silahı Aykız’a doğrultarak ateşledi ve Aykız olduğu yere yığıldı.

Tek hayali iyi bir Genel Cerrah olmaktı.

Aykız’ın…

Bir evlat kolay mı yetişiyor? Kolay mı okuyor, okutuluyor? Onca emek, fedakârlık, özveri, ya hayaller… Öpmeye kıyamadığımız, uğruna canımızı vermekten kaçınmadığımız, evlatlarımız hayatının baharında yaşamdan koparılıyor. Daha kaç Aykız’ımızı kaybedeceğiz? Daha ne kadar yanacak içimiz? Daha kaç canımız, çocuğumuz, gencimiz, kadınımız Serhat gibi yaratıklar tarafından toprağa düşecek? Caydırıcı olmayan cezalar yüzünden hemen hemen her gün bir kadın cinayeti görüyoruz, duyuyoruz.

ARTIK YETER!

KADIN CİNAYETLERİ DURDURULSUN.

İlknur Solmaz ÇOBAN

YorumlarBu habere hiç yorum yapılmamış     'İLK YORUMU SEN YAP'

Adınız Soyadınız:

E-Postanız:

Yorumunuz:

10 + 1 = ?