- Anasayfa
- Sibel Atam
Edep, Yâ Hu!

Çağımızın hastalıklarından bahseden bir yazı okuyorum. Bu hastalıklar altı baÅŸlık altında toplanmış: Akıl YoksunluÄŸu, Empati YoksunluÄŸu, Cehalet, Açgözlülük, Aşırı Ego ve Vicdan EksikliÄŸi. Yazı kısa ve pek aydınlatıcı bir bilgi de yok. DüÅŸünüyorum. Çevremizde böylelerinden ne kadar çok olduÄŸunu hayretle fark ediyorum.
Onlar her yerde. OturduÄŸumuz kafede, iÅŸ yerimizde, ailemizde, arkadaÅŸ çevremizde, yemek yediÄŸimiz restoranda, trafikte, banka kuyruÄŸunda, spor salonunda, sokağımızda… Bazıları ise o kadar yakınımızda ki herhangi bir sürtüÅŸme yaÅŸanıncaya kadar farkında bile olmuyoruz. Ancak karşımıza geçtiklerinde takke düÅŸüp kel görünüyor ve biz daha önce ne kadar kör olduÄŸumuzun ÅŸokunu yaÅŸarken, onlar o anki ÅŸaÅŸkınlığımızdan faydalanıp daha fazla üzerimize gelmenin tadını çıkarıyor. Daha sonra da biz kalp kırıklığımızla yüzleÅŸirken, onlar arkalarını dönüp gidiyor ve sanki hiçbir ÅŸey olmamış gibi gülüp eÄŸlenmeye devam edebiliyor. İyi de, nasıl?
Tesla’nın biyografisinde geçen bir sözü geliyor aklıma: “İnsanların çoÄŸu dış dünyayla ilgili düÅŸüncelere kendilerini öylesine kaptırırlar ki kendi içlerinde nelerin öldüÄŸünden habersizlerdir.” DüÅŸünüyorum. Kendini dış dünyayla ilgili düÅŸüncelere kaptırmak, bir anlamda maneviyattan uzaklaÅŸmak demektir. Bu uzaklaÅŸmanın sonucunda manevi deÄŸerler zaman içinde körleÅŸir, sağırlaşır… Hayır, hayır, tam tersi olmalı! Dünya telaşına kendini haddinden fazla kaptıran biri zamanla kalbinin sesini duyamayacak kadar sağırlaşır, insanlara ettiÄŸi zulmü göremeyecek kadar körleÅŸir, sonuçta vicdanı ona seslenemez olur ve kiÅŸi baÅŸkalarını üzmekten dolayı herhangi bir suçluluk duygusu hissetmemeye baÅŸlar. Kısacası, kendisinden baÅŸkası umurunda bile olmaz. Evet, evet, sanırım çözümlemede doÄŸru bir yol tutturabildim, ama biraz daha yardıma ve onaylanmaya ihtiyacım var.
Onaylanma demiÅŸken; birdenbire aklıma Mark Twain geliyor. Twain’in İnsan Nedir adlı tek felsefi kitabını çevirirken beni epey ikilemde bırakan, hatta çeviriye ara verdirip üzerinde düÅŸündüren bir iddiası vardı: İnsanlar her ÅŸeyi sadece baÅŸkalarının onayını almak için yapar ve menfaatleri olmadığı takdirde hiçbir ÅŸey yapmazlar. Sahiden, hep “Aferin!” alabilmek için mi yapıyoruz her ÅŸeyi? Sırtımız sıvazlansın, takdir görelim diye mi? Bu tutum insanı aşırı egolu, kibirli, şımarık birine dönüÅŸtürmez mi? Haydi, eÄŸri oturup doÄŸru konuÅŸalım; pohpohlanmayı hepimiz severiz. Fakat öyle sanıyorum ki aşırı ego, kibir ve şımarıklık etrafımızda bizi pohpohlayanların sayısıyla doÄŸru orantılı bir yapıda geliÅŸiyor ve aşırıya kaçtığı durumlarda kiÅŸi zamanla iyice çığırından çıkıp kendini dev aynasında gören, her ÅŸeyi yapmaya hakkı olduÄŸunu düÅŸünen edep yoksunu birine dönüÅŸüyor. Öznel, yani bir anlamda benmerkezci birine…
Schopenhauer hemen imdadıma yetiÅŸiyor. YaÅŸam BilgeliÄŸi Üzerine Aforizmalar kitabını hemen elime alıp sayfaları hızla karıştırıyorum. Neyi aradığımı ve nerede bulacağımı biliyorum. Evet, buldum, iÅŸte burada: “Dünyada yolumuzu bulmak için yanımızda bol miktarda dikkat ve hoÅŸgörü de bulundurmalıdır. İlki insanı zararlara ve kayıplara, ikincisi de kavga ve dövüÅŸlere karşı korur. İnsan, yaÅŸamında cansız varlıklar yoluyla öÄŸrendiÄŸi sabrı aynı zamanda insanlara aktarmayı da öÄŸrenir, bu yüzden insanların davranışlarına hiddetlenmek, yolumuza yuvarlanan bir taÅŸa kızmak kadar budalacadır.” Ne kadar doÄŸru söylemiÅŸ Schopenhauer. Bunun üzerinde biraz kafa yoruyor ve bu budalalığın nereden kaynaklandığını anlamaya çalışıyorum. Tüm yollar aynı kapıya çıkıyor: Benmerkezcilik.
Elimdeki kitabı okumaya devam ediyorum. “Herkes baÅŸkasını kendisi oranında görebilir,” diyor Schopenhauer ve ÅŸöyle devam ediyor, “yani herkesi ancak kendi zekâ seviyesi kadar algılayabilir, seviyesinin üzerinde olanı göremez.” Peki, bu akıl yoksunluÄŸunu açıklıyor mu? Sanki çok yüzeysel bir tanımlama olurmuÅŸ gibi geliyor bana. Bir yerlerde mutlaka daha derin, daha tatmin edici bir açıklama olmalı. Okumaya devam ediyorum: “KiÅŸi düÅŸük zekâ seviyesine sahipse karşısındakinin tüm zihinsel yetenekleri onun üzerinde etkisiz olacaktır. Karşısındaki kiÅŸide kendisininkine denk taraflarından; yani tüm zayıflıklarından, yaratılış ve karakter kusurlarından baÅŸka bir ÅŸey algılamayacaktır.”
Galiba ÅŸimdi bir yere geliyoruz. Bu, bir diÄŸer deyiÅŸle cehalettir. Aynı zamanda, “KiÅŸi, kendinden bilir iÅŸi,” sözünün de açıklamasıdır. Hani ne yaparsanız yapın cahile bir türlü laf anlatamazsınız ya, iÅŸte tam da bu durumu tarif ediyor. Siz ne yaparsanız yapın, ne söylerseniz söyleyin; o sizi dinlemeyecek ve her ÅŸeyi kendi kapasitesi ve niyeti dahilinde deÄŸerlendirirken bir yandan da sizi aÅŸağılamayı ihmal etmeyecektir. Size kendinizi müdafaa ÅŸansı bile tanımayacak, kestirip atacaktır. İddiasının arkasında inatla duracak, siz pes edinceye veya bir tepki vermekten vazgeçinceye kadar kavgasını sürdürecek, bu arada size iftira atmaya ve hakaret etmeye devam edecektir. Neyse, bakalım Schopenhauer devamında neler diyor: “ÇoÄŸu insan o kadar benmerkezcidir ki, gerçekte kendilerinden baÅŸka bir ÅŸeyle ilgilenmezler. Siz ne anlatırsanız anlatın, çıkarları veya kibirleri karşı çıktığı zaman onlar açısından tüm gerekçeler geçersiz hâle gelir. Onlar zavallı kibirlerini incitecek veya o çok kıymetli benliklerine bir ÅŸekilde zarar verebilecek her ÅŸeye karşı son derece duyarlıyken, siz aÄŸzınızla kuÅŸ tutsanız, yaranmanız mümkün deÄŸildir.” Hah, iÅŸte en sonunda onayımı alıyorum.
Anıları deÅŸiyor, böyle insanlarla yaÅŸadığım acı tecrübeleri bulup çıkarıyor ve önüme koyuyorum. Schopenhauer’a hak vermemek ne mümkün. Çağın hastalığına sahip olanlarla edindiÄŸim tecrübeler bana tüm iddialarının ne kadar doÄŸru olduÄŸunu ispatlıyor:
Kibirlidir onlar. Tüm insanların üzerinde görürler kendilerini. Adeta dünya ve üzerinde yaÅŸayan tüm canlılar onlara hizmet etmek için yaratılmıştır. Ekonomik olarak kendilerinden aÅŸağı seviyede olan hiç kimse saygıyı da, ilgiyi de, sevgiyi de hak etmez. Güce tapar onlar, yüzlerine dalkavukluk maskelerini takıp güç kimdeyse onun peÅŸinden koÅŸarlar ve geride kalanları ayaklarının altında ezmekten kaçınmazlar. Ne de olsa ezilmeyi hak etmiÅŸtir onlar. Bunun sebebi, oyunu onların kurallarına göre oynamayı reddetmeleri veya buna güçlerinin yetmemesidir. Büyük bir günahtır bu, en ağır ÅŸekilde cezalandırılmayı hak etmektir. İnsanları kullanmayı severler. Hele de hizmet karşılığı ücret ödediklerini… Sırf para ödüyorlar diye canları çıkana kadar kullanırlar. Hiç acımazlar. Çünkü onlar için hizmeti sunan kiÅŸi bir insan deÄŸildir. Para karşılığı satın aldıkları bir meta veya bir köledir.
Kibir, vicdanın sesini susturmuÅŸtur. KiÅŸi dünya nimetlerine düÅŸkünleÅŸtikçe açgözlü birine dönüÅŸür, ona artık hiçbir ÅŸey yeterli gelmez. Hep daha iyisini, hep daha fazlasını, hep daha büyüÄŸünü arzular ve istediÄŸini elde etmek için çabalarken artık onun için her yol mubahtır. Giderek ahlaki deÄŸerlerini de bir bir kaybetmeye baÅŸlar. İç dünyası ihmale uÄŸradıkça anlayışsızlaşır, hiddetinin zehrini akıttıkça acımasızlaşır, yaptıkları yanına kâr kaldıkça daha fazla hiddet kusma cesaretini taşır. Artık kalbi kararmıştır. Tapındığı ÅŸey kadardır tüm kıymeti. Bedelini ödeyerek satın alabileceÄŸiniz bir eÅŸyadan ibarettir. Etrafındaki herkesi köle gibi görmesi de bundandır ve onun gözünde herkesin bir bedeli vardır. Pek de haksız sayılmazdır aslında. Etrafında bunun mümkün olabileceÄŸini ona ispatlayan o kadar çok menfaatçi ve dalkavuk vardır ki.
Yine de tüm bunlar akıl yoksunluÄŸunu pek açıklamıyor sanki. BaÅŸka bir kaynaÄŸa ihtiyacım var. Belki zamanda biraz daha geriye gitmem gerek. Kitaplığıma bakarken gözüme İmam Gazali’nin eseri takılıyor. Hemen üçüncü cildi elime alıp sorumun cevabını aramaya koyuluyorum. Kısa bir süre sonra, İmam Gazali Hazretleri bana akıl yoksunluÄŸunu anlatmaya baÅŸlıyor: “Akıl bir avcı gibidir. Åžehveti atı, gazabı ise av köpeÄŸi gibidir. Avcı iÅŸinin erbabı, atı emre itaatkâr, köpeÄŸi de eÄŸitimli olursa avcı avını yakalar. Fakat avcı acemi, atı serkeÅŸ, köpeÄŸi de avdan habersiz olursa o avcı helâke hak kazanır. Avcının beceriksizliÄŸi, kiÅŸinin cehaleti ve dirayetsizliÄŸi gibidir. Atın serkeÅŸliÄŸi ÅŸehvetin galeyana gelmesi gibidir. KöpeÄŸin saÄŸa sola lüzumsuz saldırışları, gazabın taÅŸkınlığı ve kiÅŸiyi kuÅŸatması gibidir.”
Demek, saÄŸa sola adeta kuduz bir köpek gibi saldıranlar, gerçekte tehlike anlarında kendilerini müdafaa etmelerine yarayan gazabı iyi terbiye edemedikleri için taÅŸkınca ortaya çıkmasına sebep olan kiÅŸiler. Demek, bu kiÅŸiler gazaplarının kölesi haline gelmiÅŸler ve diÄŸer insanlardan da kendilerine kölelik etmelerini talep etmekteler… Edep Yâ Hu! Cehalet ve dirayetsizlik yüzünden dizginleri ÅŸehvani isteklerine teslim etmek, ÅŸehvetlerini kontrol altına almamalarının doÄŸal bir sonucu olarak karşıma çıkıyor ve ben ister istemez içimden, İşte tam bir akıl yoksunluÄŸu, diye geçiriyorum.
Åžiddetten, nefretten, hiddetten beslenen insanlar her fırsatta zehirlerini saçmaktan çekinmezler. Öyle deÄŸilmiÅŸ gibi sahte bir görüntü çizseler de gerçekte onların hükmü altına girmekten baÅŸka bir seçenek sunmazlar size. Karşılarındakiler –eÄŸer yürek yememiÅŸlerse- ya ekonomik kaygılardan, ya saygıdan, ya korkudan, ya da edeplerinden karşılık vermemeyi tercih ederler. Edepli edebinden susar, edepsiz, ben susturdum, sanır.
Birdenbire Nietzsche’nin Güç İstenci adlı eserindeki ilginç bir söylemi düÅŸüyor aklıma: “Beni yakından ilgilendiren insanların ıstıraba, terk edilmiÅŸliÄŸe, hastalığa, kötü muameleye, onur kırıcı davranışlara maruz kalmalarını diliyorum. Umarım ki yürekleri sarsan bir kendini küçük görmeye, kendine güvensizliÄŸin eziyetini çekmeye, hüsrana uÄŸramışlığın periÅŸanlığına yabancı kalmasınlar. Onlara acımıyorum, çünkü aslında ben onlar için bugün insanların hiçbir ÅŸeye deÄŸmeyeceÄŸini ve her ÅŸeye katlanabileceÄŸini kesinlikle kanıtlayacak olan tek ÅŸeyi diliyorum.”
İlk bakışta kulaÄŸa kötü bir dilekmiÅŸ gibi gelse de aslında Nietzsche-vari bir iyi niyetli temenni. Sonuçta bizi öldürmeyen ÅŸey güçlendirir, öyle deÄŸil mi. Ben yine de hepimiz için daha olumlu bir dilekte bulunmak istiyorum: Allah kimseyi kibirli zenginlerle, pohpohlanmış vicdansızlarla, kendini herkesten üstün gören şımarıklarla, cahil cühelâyla ve güce tapan zalimlerle muhatap etmesin.
Zalimin zulmü varsa, benim de kalemim var.
SİBEL ATAM
YAZAR VE ÇEVİRMEN