Zaman zaman hepimizin karşılaştığı bazı insanlar vardır ya hani; en küçük bir eleştiriyi bile kabul etmeyen, eleştirilmeye tahammülü olmayan, kendini ve yaptığı işleri en iyi, en doğru ve mükemmel görüp, diğer insanları hakir gören kibirli insanlar… Ne yalan söyleyeyim, şu hayatta hiç katlanamadığım tiplerdir.
Genelde sabit fikirli oldukları için de, ne yaparsanız yapın fikirlerini değiştiremezsiniz. Bırakın değiştirmeyi farklı bir fikri katiyen dile getiremezsiniz. Sizin beyaz dediğinize, kesinlikle siyah derler ve bunu da körü körüne savunurlar. Çünkü kendi söyledikleri kanundur.
Bu tür insanlar ile karşılaştığımda, hiçbir şey bilmez ve anlamaz gibi davranırım. Anlattıkları karşısında adeta büyülenmiş rolüne bürünür, ona kilitlenirim. Tabi ki karşımdaki de yakalamış benim gibisini coştukça coşar, anlatır da anlatır. Ne de olsa kendisi, dünya üzerinde üstün zekâya ve eşsiz düşünceye sahip tek kişi olduğundan,bunları bir başkası asla daha önce düşünmemiş, dile getirmemiş veya yapmamıştır.
İşte ben de geçenlerde böyle bir insana denk geldim ne yazık ki! Bir şiir etkinliği sonrası, kafede birkaç arkadaş oturmuş etkinliğin içeriğini, etkinlikte okunan şiirleri, kitapları vs. konuşuyorduk. Arkadaşımızın bir tanıdığı masamıza doğru geldi, selam verip, izin isteyip, masamıza oturdu ve sohbete dahil oldu. Ama baktım ki sabit fikirli, eleştiriye gelemiyor. Dinlemede kaldım ve ne kadar ileri gidebileceğini görmek istedim.
Ve sonuç tahmin ettiğim gibi oldu…
Böyle insanlar hep bana daha önce okuduğum bir hikâyeyi hatırlatıyor. Yeri gelmişken sizinle de paylaşmak istiyorum.
Zengin ve yaşlı bir adam, sabah baş ağrısıyla uyanır, Doktor çağırır, doktor muayene ettikten sonra ilaç verir ama ilaçlar fayda etmez. Alternatif tedavilere başvurur, masajlar yaptırır yok… Ağrı daha da artarak devam eder. Ayrıca gözleri de yaşarmaya başlamıştır. Adam ağrıyı kesene servet vaat eder. Başka doktorlar çağrılır ama nafile, doktorların hiçbiri ağrıyı kesemediği gibi nedenini bile bulamaz.
Baş ağrısından geceleri de uyuyamayan adam giderek kötüleşir. Baş ağrısı ve sürekli akan gözyaşları hayatı çekilmez hale getirmiştir. Tedavi için yurtdışına da gider, hastanede uzun bir süre kalır, çeşitli testler yapılır, bir türlü doktorlar teşhis koyamaz.
Memleketine, evine dönmesi, orada dinlenmesi daha doğrusu son günlerini evinde geçirmesi önerilir. Zengin adam ne yapalım kaderimiz böyleymiş deyip çaresiz evine döner.
Bir gün, yaşlı adam kendini iyi hissetsin diye eski berberi çağrılır. Berber yataktan kalkamayan yaşlı adamı traş ederken, adamcağız derdini anlatır ve ölümü beklediğini söyler. Berber bir an düşünür ve der ki;
– Sakın sizin burnunuzda kıl dönmüş olmasın.
Adamın burnunu kontrol eder;
–Evet. Kıl dönmüş işte! Hemen hallediyorum.
Deyip yaşlı adamın şaşkın bakışlarına aldırmaksızın çantasından cımbızı kaptığı gibi kılı çeker. Ev halkı yaşlı adamın çığlığıyla odaya koşar. Berber, canı çok yanmış olan yaşlı adamın elinden zor alınır ve cımbızın ucunda tuttuğu kılla, evden kovulur.
Ertesi sabah yaşlı adam uzun süredir ilk defa rahat bir uykudan uyanır. Gözlerinin yaşarması geçmiştir. Baş ağrısından da kurtulmuştur. Dönen kılın sinire değip gittikçe uzayarak katlanılmaz acılara yol açtığını doktorlar ancak o zaman keşfeder. Çözümün bu kadar basit olabileceği ise kimsenin aklına gelmemiştir. Sapasağlam ayağa kalkan yaşlı adam, vaadini yerine getirir. Berberi çağırtır ve ona bir servet bağışlar...
Sonuç olarak;
*Bu dünyada başkalarının da söyleyecek sözleri, fikirleri vardır.
*Bazen büyük sorun olarak gördüklerimizin çözümleri belki de çok küçüktür.
*En önemlisi de burnundan kıl aldırmayan kişilerin başı çooooooookk ağrır...
Bir sonraki yazımda görüşmek dileğiyle sağlıcakla kalınız. Sevgiler…